Yazan: Fahrettin ÖZTOPRAK
a) Sultan Galiyev
Birinin doğum ve ölüm tarihleri yazılmış, arasına bir çizgi
çekilmiştir: 1882-1940. Bu verilen tarihler arasındaki çizgi bir çok bilim
adamını düşündürür. Oysa o kişi III. Dünya İhtilali’nin babası sıfatına layık
görülen Sultan Galiyev’dir. Aradaki çizgi ise, Türk-Tatar Milli tarihinin en
belirgin bir yansıma biçimidir. XIX. Yüzyıl’ın son çeyreğinde bir uyanış
hareketini de yansıtır bu çizgi. Sovyetlerin kuruluş yıllarına kadar varır,
uzanır. O bir çevrenin gücüdür. Siyasi hayatı böylece başlamıştır. Onun
bıraktığı kuram ve siyaset mirası hala günümüzde bile tartışılır. Türkiye’de
olduğu kadar Rusya’da, Tatar ve Başkurt entelektüelleri arasında onun saygın
bir yeri vardır, unutulmaz.
Sultan Galiyev, Türk-Tatar ülkücüsü ve hareket adamıdır. Bolşevik
ihtilalinden bir ay sonra, Bolşevik Partisi’ne katılmıştır. 1917 yılının Kasım
ayında başlayan onun faal siyasi hayatı, çizginin gelişen safhasına girer. Çok
sürmez. 1923 yılında bitmeye başlar. Çünkü ihtilal içinde yer alan ve
görüşlerini benimsemiş bulunan kimseler birer birer tasfiye edilmektedir.
Takipçileri sindirilmektedir. Otuzlu yıllara Sultan Galiyev bir onulmaz acıyla
girer.
Stalin devri başlamıştır. Bu bir tarihi toplantı sonucu
gerçekleşmiştir. Yerli ve elit-entelektüel tasfiyeyi tetikleyen de Rus Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin Cumhuriyet ve
Ulusal Bölge Sorumlu Emekçileri 4. Toplantısı’dır. Aslında bu toplantının
öncesi, daha öncesi de vardır. Yapılan son toplantıdır.[1]
Kazbek, Doğu beni korkutuyor,
orada insanlık uzun bir süredir uykuda, tam dokuz asırdır, dedi. Gerçekten de
öyle. Batı uyanmış, uzak doğu uyanmış, ama doğu uyuyor. Ashab-ı Kehf bile 300
yıl uyumuş. Bu nasıl uykudur, bilinmez. Oysa ona bir ışık doğdu. Bu ışık Sultan
Galiyev’di. Peşinen belirtelim. O, bir Komünist. O, bir Ümmetçi. O, bir
Turancı. O, bir Öğretmen. O bir Eylem adamı. İşte Sultan Galiyev budur. Bütün
bu görüşleri fikirlerinde toplayan, ekletizm anlayışını temel bir yaklaşım
olarak benimseyen bir siyasetçi, bir sosyolog, bir kuramcı ve bir lider.
Attila İlhan’a göre, o Avrasya coğrafyasında dolaşan bir ruh.
Peki, Sultan Galiyev kim? Bolşevik
Devrimi’nin en ileri gelenlerinden Lenin, Troçki ve Stalin’le aynı konumda
bulunan bir lider. O öyle bir sosyalist ki, Batı proletaryasını sayıklayan ve
bu özlem içerisinde bulunan zamane sosyalistlerinden çok farklı biri. Onların
devrim yapma karakterinden çok uzak bulunduklarını haykıran kişilik. Bunun
farkına ileriyi, çok ileriyi görmüşçesine dile getiren gerçekçi ve o kadar da
özgün bir sosyalist. Çağdaşı birkaç kişi gibi, aynı düşünce çizgisinde buluşan
ve “mazlum milletlerin dayanışmasını”
ön plana çıkaran adam, vizyoner. Devrimin ve insanlık aleminin geleceğini Doğu
halklarının belirleyeceğini söyleyen ve emperyalizme karşı sömürgeler
enternasyonalizmini harekete geçirmek isteyen düşünür. Böyle olmadığı takdirde
günün birinde Bolşevik devrimin tıkanacağını çok önceden gören bir kahin.
Galiyev, ezilen milletlerden yana.
Onların özerkliğini isteyen ve düşleyen biri. Bu yoldan toplumların
bağımsızlarını koruyacağına inanan kişi. Emperyalizme karşı topyekun birleşmeyi
vurgulayan şahsiyet. Ancak bu şekilde sosyalizmin doğu halklarının bünyesinde
gerçekleşeceğine inanmış düşünür. O, doğal kaynakları emperyalistlerin talanına
kaptırmayalım diyor. Bunu derken yüz yıl sonrasını görüyor ve konuşuyor. Batı
emekçileri devrime zorlanmalıdır diyor, buna mecburlar diyor, haykırıyor. Onun
gözünde buram buram Türk dünyası vardı. Bu dünyanın doğal kaynakları vardı. O
kaynaklar ki, dünyanın % 65’ini teşkil ediyor. Bu kaynaklarda dili bir, kültürü
bir, tarihi bir, coğrafyası bir Türk dünyası duruyor. İşte o, Türk dünyasının
devrimlerin beşiği olduğunu da biliyor. Stratejik öneminin de çok iyi farkında.[2]
Ne
diyor o:
“Aldatıldınız, çok kötü
aldatıldınız! ‘Milliyet’ ve ‘din’den bahsederek, sizi kendi iktidarları altına
almak istiyorlar. .. Bütün bunların arkasındaysa yabancı banker ve
kapitalistler, İngiltere, Fransa, Japonya ve Amerika’nın kapitalistleri var,
ama sizden bu gerçeği gizliyorlar. Sizin ‘liderlerinizin’ dünya
kapitalizminin elindeki kuklalar olduğu gerçeğini gizliyorlar. Gerçeğe
kulak verin!”[3]
O bu sözleri derken yıllar
sonrasını, 40 yıl sonrasını, 60 yıl sonrasını, hatta günümüzü görerek
söylemiştir. Bir insanın bu kadar ileri görüşe sahip olacağı düşünülemez. Ancak
doğrudur. O Lenin zamanında bile, çok ilerileri, hatta Komünizmin Batıya
bağımlı olduğunu, gün gelip Batı'nın emriyle yıkılacağını ve Rusya
İmparatorluğu'nun yeniden kurulacağını da görmüştür.
Mir Sultan Galiyev, Çarlık
Rusyasında, bir Türk-Tatar kenti Ufa’da dünyaya geldi.[4] Bölgeye İsterlitamak, mevkie Kırımsakal
derlerdi. Başkurt Türkleri de vardı orada. Herkes gibi o da bir çocukluk
devresi geçirdi. Ceditçiydi ama, körü körüne değil. 1905 yılında Birinci
Bolşevik ayaklanması başlamıştı. Rusya Türkleri bundan faydalandılar. Bir
araya gelmeye başladılar. İlkini o yıl, ikincisini 1906 başlarında, üçüncüsünü
yaz sonuna doğru kongreler yaptılar. Onlar kongrelerinde önemli kararlar
almışlardı. Rusların Türk düşmanlığına ve Müslüman karşıtlığına karşı
koyacaktılar. Ayrıca birlik ortamını daha iyi sağlamak için teşkilatlanacaktılar.[5] Böylece Turan Teşkilatlarını kurdular. Bu
teşkilat kısa zamanda Tataristan, Başkurdistan, Kırım ve Dağıstan’da şubeler
açmaya başladı. Teşkilatın lideri Sultan Galiev’di. O Birinci Dünya Savaşı
başlarken Azerbaycan’a gidip öğretmenlik yapmaya başlamıştı. O buraya kendi
isteğiyle gelmişti. Bir takım düşünceleri ve planları vardı. Kapatılan Himmet
Partisi lideri Mehmet Emin Resulzade’yle, 1911 yılında kurulan Müsavat Partisi
lideri ve elemanlarıyla tanıştı. Her biriyle sıkı münasebet kurdu. Çok konuşup
tartıştılar.[6] Tebriz Türklerinin milli kahramanı Settar Han
hakkında bilgi aldı. Onun nasıl katledildiğini öğrendi. Nadir Şah hakkında da
bilgiler edindi. Hatta Sultan Galiyev Turan Teşkilatlarının bir şubesini
Bakü’de, bir şubesini de Gence de açtı. Bolşevikler nedeniyle çok sıkıntılı
günler yaşayan Çarlık, bu teşkilatların açılmasını hoş karşılamıştı. Nasıl olsa
bir gün onları Bolşeviklere karşı kullanacağını hesap ediyordu. Çünkü
milliyetçiydiler, dinciydiler. Bolşevikler bu düşünceye sahip değillerdi.
Sultan Galiyev Bakü’de ve Gence’de konuşmalar yaptı.
Rusya’da, 1917
yılında Bolşevik rüzgarı yeniden esmeye başladı. Bu rüzgar öncekine göre
şiddetliydi. Sultan Galiyev ve ona bağlı olanlar Bolşeviklerin yanında yer
aldılar.[7] Turan Teşkilatları oldukça güçlüydü.
Çok adamları vardı. Bolşeviklerle birlikte Çarlık ordularına karşı çarpışmaya
başladılar. Vladimir Lenin, Sultan Galiyev sayesinde büyük bir güç edindi,
yıldızı parlamaya başladı. Çarlık ne olduğunu anlayamamıştı.
Sultan Galiyev;
-“Yüreğimin
üzerinde büyük bir ağırlıkla yüklenen milletimin sevgisi yüzünden Bolşevizme
geldim” dedi. Onun açıklaması buydu.
Anlaşılan Sultan Galiyev kötünün iyisinde karar kılmıştı. Çünkü
arada kalırlarsa yok olup giderlerdi.[8]
Çarlık muhakkak onları Bolşeviklere karşı sürecek, kırdırmaya çalışacaktı.
Ayrıca Lenin’le de anlaşma yapmıştı. Tataristan ve Başkurdistan’da Türk Turan
Devleti’nin kurulması sözünü de vermişti. Sultan Galiyev, Komünist Partisi’nin
kongresinde buna değindi. Söz verdiniz, tutunuz dedi. 23 Mart 1918’de Sovyet
Sosyalist Tatar-Başkurt Cumhuriyeti kuruldu.[9]
Sultan Galiyev, Türk isimi başa getirmeyi çok istemişti ama, buna
Rus Komünistleri şiddetle karşı çıkmıştılar. Yine de Tatar Başkurt
birlikteliğini sağlamakla başarılıydı. Türk ismine ise, ileride düşünürüz,
Türkologlarımız bir araştırma yapsın, bekleyelim demiştiler. Sultan Galiyev,
Türk ismini koydurmakta kararlıydı. Düşünmeye başladı. Vardı, “ben Türk
Komünist Partisi”ni kurdum dedi. Lenin, bilhassa Stalin telaşlandı. Ne
yapacaklarını bilemediler. Bir süre düşündüler. Sultan Galiyev onları kendi
silahlarıyla teslim almış gibiydi. İyi yapmışsın diyeceklerdi ki, Stalin, “Türk
Komünist Partisi bırak, onu lağvet, bunun yerine Müslüman Komünist Partisi
kuralım” dedi. Lenin anlamıştı. Yüzünde bir gülümseme belirdi. Sultan Galiyev
bunu fark etti. “Ben dinimi sizden daha iyi bilirim. Bana Müslümanlığı
öğretmeye kalkmayın. Bu sizin aleyhinize olur. Din sizi baltalar. Siz bunun farkında
değilsiniz” dedi. Stalin, “o zaman Müslüman Komünist Partisi’ni Komünist
Partisi’ne bağlarım, Rusya Komünist Partisi Müslüman Teşkilatları Merkez Bürosu
haline getirir, o büronun başına ben geçerim, sorun çıkmaz” dedi.[10]
Stalin’in görüşünü toplantıda bulunanlar kabul etti. Ancak Stalin, o günden
itibaren siyaset yumağından örmeye başladı. “Sultan Galiyev Türk Komünist Partisi’nden
vazgeçip Müslüman Komünist Partisini kurmak istiyor” dediler. Tepki ilk önce
Başkurtlardan geldi. Sultan Galiyev’e karşı hoşnutsuzlar dile getirilmeye
başlandı. Turancılar ne olduğunu anlayamamıştılar. Stalin gerçek yüzünün ne
olduğunu göstermeye başlamıştı. Onun gayesi Türkleri bağımsızlıktan yoksun
bırakmaktı. Sultan Galiyev, Stalin’in iki yüzlü şeytani zekasından ürkmüştü.
1920 yılında Doğu Üniversitesi Rektörlüğüne tayin edildi. Ama burada pek fazla
kalamazdı.[11]
Turan Teşkilatlarının ona ihtiyacı vardı. Yoksa Stalin her birinin cılkını
çıkarırdı. Zaten Ruslar aldıkları karardan da vazgeçmişler Tatar-Başkurt
Cumhuriyeti’ni bir anda unutup, Tataristan Muhtar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti
kurma fikrinde birleşmiştiler.[12]
Sultan Galiyev daha fazla kalamazdı. Urallara geldi ve Başkurtların lideri Zeki
Velidi’yle irtibat kurdu. “Bir an önce hazırlanmalıyız. Sen 40 bin Tatar
askerini hazır et, ben 90 bin Tatar askerinin başına geçeyim. Nasıl olsa
yeteri kadar silahımız ve cephanemiz var. Ayaklanalım. Yoksa sonumuz felaket”
dedi.
KGB belgelerine göre yazdığını söyleyen Renad Muhammedi “Sırat
Köprüsü” adlı kitabında işin içindeki çarpıklığı fark etmemiş, herhalde aynen
almış, yahut da değiştirmiş. 90 bin Tatar, 40 bin Başkurt silahlı asker ve
ayaklanma girişimi doğru ama, ya gerisi… Çünkü Renad Muhammedi’yi doğrulayan
bir kaynak yok, O kitabında Zeki Velidi’nin Sultan Galiyev’i ihbar ettiğini
yazıyor, bu nedenle ayaklanmanın gerçekleşmediğini yazıyor. Hayır, böyle bir
şey olmamış. Çünkü o günlerde Zeki Velidi’yle Lenin birbirlerine düşman gibi.
Aralarında müthiş bir tartışma çıkmış. Zeki Velidi, askerlerini ayaklandırmak
için gittiğinde, o sırada tutuklanıyor ve hapse atılıyor. Herhalde KGB
Türkleri birbirine düşürmek ve Türklerin birbirlerine itimadını kaybettirmek
için ihbarcıyı Sultan Galiyev olarak yazmış. Zeki Velidi’yi ihbar eden bir
başkası, onun adını yazmamış. Anlaşılan Sultan Galiyev’i yem olarak ortaya
atmışlar. Zeki Velidi Togan, hapse atılmasını, Sultan Galiyev’in kendisini
kurtarmasını, sonra Türkistan’a doğru yola çıkmasını hatıralarından yazar.
b)
Enver Paşa:
Enver
Paşa’nın ailesi Manastırlıdır. Babası Sürre Emini Ahmet Bey, annesi Ayşe Hanım’dır.
Hakkında Gagavuz olduğu söylenir ama, ancak bunun belgesi yoktur, söyleyen de Şevket
Süreyya Aydemir’dir. Manastır’da Karaköprü’de oturmaktalardı. Nuri Paşa onun
kardeşidir. Mediha ve Hasene adlı iki kız kardeşi vardır.
Enver Paşa,
Manastır Askeri Rüştiyesi’ni 1893’te bitirir. Aynı yıl Selanik’e göçerler. Ancak
Enver Paşa, Manastır Askeri İdadisi’ne yazılır. Burayı bitirdikten sonra
Harbiye’ye girer. İlk siyasi olayı, amcası Halil Paşa’yla birlikte alınıp,
Yıldız Sarayı’na götürülmeleri, burada sorgulanmalarıdır. Ancak serbest
bırakılırlar.
Enver Paşa,
Harbiye’yi birincilikle bitirir, 1902 yılında Yüzbaşı olur. Erkan-ı Harptendir.
III. Ordu’ya, Manastır’a tayin edilir. Sekiz ay staj görür. Bu arada o, Bulgar
çeteleri takibine katılır. Pek çok çeteyi yakalar veya yok eder. 1903 yılında
Koçana 20 Piyade Alayı’nın I. Bölüğüne, bir ay sonra da 19. Piyade Alayı’nın
I. Tabur I. Bölüğü’nün başına getirilir. 1904 yılında Üsküp 16. Süvari
Alayı’na tayini çıkar. Manastır Askeriyesi Müfettişi olur. 7 Mart 1905’te
Kolağası, 13 Eylül 1906’da Binbaşı olur. Selanik’te gizlice faaliyette bulunan
Hürriyet Cemiyeti’ne üye olur. Manastır’a dönünce cemiyetin burada bir şubesini
açar.[13] Enver Paşa, Mustafa
Kemal’in kurduğu Hürriyet Cemiyeti’ne Bursalı Tahir Bey’in vasıtasıyla kabul
edilmiştir. Paris’te bulunan Nazmi Bey’in Selanik’e gelmesiyle 1907’de
cemiyetin adını İttihat ve Terakki Cemiyeti koyarlar. Makedonya’da ihtilal
kıvılcımı alevlenmeye başlamış, Resneli Niyazi adamlarıyla birlikte dağa
çıkmıştır. Tikveş’te cemiyete katılımlar sağlar. Kolağası Mustafa Kemal buraya
gelince onunla oturup, İhtilal için ne yapacaklarını, nasıl hareket
edeceklerini ve nasıl başaracaklarını konuşurlar. 5 Temmuz 1908’de sokaklara
beyanname asarak anayasanın teşkilini ve hürriyet rejiminin kurulmasını
İttihat ve Terakki Cemiyeti adına isterler. Ancak saray buna kayıtsız kalır.
Bunun üzerine 23 Temmuz 1908’de meşrutiyet ilan olunur. II. Abdülhamit,
Meclis-i Mebusan’ı yeniden açılmasını kabul etmiştir. Selanik’te bunu
kutlarlar.
Enver Paşa,
23 Ağustos 1908’te Rumeli Vilayeti Müfettişliğine tayin edilir. 5 Mart 1909’da
Berlin Askeri Ataşesi olarak vazifelendirilir. Ancak o Almanya’ya hareket etmeden
önce 31 Mart Vakası patlak vermiş, Harekat ordusu İstanbul üzerine yürümüş, çok
geçmeden isyan bastırılmıştır. Enver Paşa bu olaydan sonra Almanya’ya hareket
eder. 11 Mayıs 1911’de İstanbul’a döner.
İtalyanlar
gözlerini Kuzey Afrika’ya dikmişler, Bingazi’yi hedef olarak seçmişlerdir. 28
Eylül 1911’de Osmanlı İmparatorluğu’na ültimatom verip Trablusgarp ve
Bingazi’yi isterler. 29 Eylül 1911’de savaş başlar. Enver Paşa, yanında
arkadaşlarıyla birlikte Bingazi’ye gelir. 23 Ekim 1911’de İtalyanlara karşı
başarılı saldırılar düzenlerler. 24 Ocak 1912’de Enver Paşa, Bingazi
Kumandanlığına getirilir. O bu göreve ilaveten 17 Mart 1912’de Bingazi
Mutasarrıfı, 10 Haziran 1912’de Kaymakam olur. İtalyanlar durdurulmuştur. Ancak
o sırada Balkan Savaşları patlak vermiştir. Osmanlı İmparatorluğu İtalyanlarla
barış yapar. Enver Paşa bunun üzerine Bingazi’den ayrılır. Trablusgarp
İtalya’ya terk edilmiştir.
28 Ekim
1912’de Osmanlılarla Balkan devletleri arasında görüşmeler başlar. 3 Aralık
1912’de Ateşkes Antlaşması imzalanır. Edirne Bulgarların kuşatması altındadır,
oraya askeri yardım gönderilemez. Barış Antlaşması Londra’da yapılacaktır. Bu
nedenle beklerler. 17 Aralık 1912’da Londra konferansı başlar. Bu sırada Enver
Paşa, Bingazi’den İstanbul’a gelir. 10. Kolordu Kurmay Başkanlığına getirilir.
10 Ocak 1913’te Nasım Paşa’yla görüşür. Harbiye Nazırının ve Sadrazam Kamil
Paşa’nın istifaya zorlanmasına karar verirler. Ancak Mehmet Reşat, Kamil
Paşa’yı görevden almak istemez. Bunun üzerine Babıali Baskını gerçekleşir.
Baskın Enver Paşa’nın akıl almaz cesareti sayesinden başarılır. Babıali
baskınından sonra Enver Paşa efsaneleşir. 3 Şubat 1913’te Balkan Savaşları
yeniden başlar. Bu II. Balkan Savaşı’dır. 30 Mayıs 1913’te hükümet, Londra
Barış Antlaşması’nı imzalar. Osmanlı bu antlaşmayla Balkanlardan ayağını
çekmiştir. Balkan Devletleri Rumeli’de kalan Osmanlı mirasını paylaşmak için
birbirilerine düşerler. Bunun üzerine Edirne yeniden sınırlarımıza dahil
edilir. 22 Temmuz 1913’te Edirne’ye giren ordunun başında bütün haşmetiyle
Enver Paşa vardır. Onun ünü bu olayla daha çok artar. Artık o dört dörtlük bir
kahramandır.
İttihat ve Terakki’nin lideri Dahiliye Nazırı Talat Paşa’dır ama,
o nedense Enver Paşa’nın son başarılarından dolayı ondan kuşku duymaya
başlamıştır. Çünkü Enver Paşa durdurulamaz bir halde yükselmektedir. Bu da
onların rahatını kaçırmıştır. Sırf Talat Paşa değil, hükümet erkanı da aynı
endişeyi taşımaktadır. Enver Paşa ordu üzerinde yenilik ve değişiklikler
yapılmasını istiyordu. Genç İttihatçılar Enver Paşa’nın Harbiye Nazırı olmasından
yanaydılar. Çünkü köklü değişiklik başka türlü olmazdı. Talat Paşa, Enver
Paşa’nın bir az daha beklemesini istemektedir. Tam bunlar konuşulurken Enver
Paşa sert adımlarla Sadrazam’ın kapısını tıklatmadan bir hışımla içeri girer;
-Siz ne derseniz deyin, benim umurumda değil. Ordunun yeniden
düzeni gerek. Islahı için hiçbir şey yaptığınız yok. Bu gidişle yapmayacaksınız
da. İyi bilin ki, şu andan itibaren Harbiye Nazırı karşınızda duruyor, ister
kabul edin, ister etmeyin, der.
Sait Halim Paşa;
-Şimdilik Genelkurmay başkanı ol, der. Enver Paşa onun teklifini
kabul etmez. Bunun üzerine Enver Paşa 18 Aralık 1913’te Miralay yapılır, 5 Ocak
1914’te de Mirliva, yani Tuğgeneral olur ve Harbiye Nazırı yapılır.
Enver Paşa, işine sıkı sıkıya yapışır. Bir İrade-i Seniye’yle
binden fazla yaşlı subay emekli edilir. Ordunun önemli mevkilerine genç
subaylar getirilir. Hakkı Paşa zamanında İngilizlerden, Fransızlardan ve
Almanlardan oluşan birer heyet getirilmiş, donanmanın, jandarmanın ve kara
kuvvetlerinin ıslahı için çalışmalar başlatılmıştı. Ama bu bir denge unsuruydu.
Alman hayati başında bulunan Limon Von Sanders, 1. Ordu kumandanlığına atanır.
İngiltere, Fransa ve Rusya bu atamaya karşı çıkarlar. Enver Paşa askerlerin keplerini
değiştirir. Enveriye adı verilen askeri başlıklar kullanılmaya başlanır. O,
Arap harflerinin bitişik değil, ayrı şekilde yazma usulüyle bir harf
inkılabını da gerçekleştirir. Bu okunma bakımından kolaylık sağlamaktadır.
Alfabe sitemine de Enveri adı verilir. O, Almanların Yıldırım Harekatı adı
verilen hızlı kara hakimiyeti stratejisini benimsemişti. Bunun eğitimini
yaptırmaya başlar. Talat Paşa’yı Almanlarla ittifaka razı eder.[14]
1914 yılında başlayan Birinci Dünya Savaşı 1918 yılında sona erer.
Enver Paşa’nın niyeti Berlin’e gitmek değildir. Karadeniz kıyalarına varır,
birkaç arkadaşıyla birlikte bir takaya biner, Amcası Halil Paşa’nın ve kardeşi
Nuri Paşa kontrolünde, Dağıstan’da ve Bakü’de bulunan ordu birliklerine
ulaşmak için yola çıkarlar. Ancak yolda taka kayalıklara bindirir ve batar.[15]
Karaya çıkarlar. Bakü’ye giren Nuri Paşa’nın ve Kafkasya’yla birlikte
Dağıstan’ı ele geçiren Halil Paşa’nın ordularının İstanbul’un emriyle
çekildiklerini haber alır. Geç kalmıştır. Almanya’ya geçer. Burada İttihat ve
Terakkicileri toplar. Hapiste bulunan Bolşevik liderlerinden Karl Radek’i
ziyaret eder. Onu hapisten çıkarır ve Moskova’ya gönderir. Çok geçmeden ondan
Moskova’ya davet mektubunu alır. Ağustos 1920’de Moskova’ya varır.[16]
Onun Berlin’den uçakla ayrılışı 23 Şubat 1920’dir.
Enver Paşa, Moskova’da Rektörlüğü bırakıp gelen Sultan Galiyev’le
görüşme fırsatı bulur. Bazı İttihatçı ve Turancı kimselerle de tanışır.
Fikirleri ve düşünceleri uyuşmaktadır. Bir iki gün içinde sıkı fıkı dost
olurlar. Neler yapacaklarını kararlaştırırlar. Enver Paşa, Moskova’da buluştuğu
fikir ve dava arkadaşlarının tavsiyesiyle Bakü’ye gelir. Çalışmalar yapar.
Bakü’deki Müslümanlar Kongresi’ne katılır. Mustafa Suphi’yle tanışır. Yeniden
Moskova’ya gider. Çiçerin ve Lenin’le görüşür. Bakü’den gelirken birkaç kilo
altın getirmiştir. 16 Temmuz 1921’de Mustafa Kemal’e uzun bir mektup yazar.
Der ki:
-
Muhterem Paşam,
...Sizin ‘İttihat ve Terakki manevrası
başladı’ diye ‘Üzerimize yükleniyorlar’ buyurmanız ve sonra da ‘Bolşeviklerle
münasebette bulundunuz’ demenizden sonra Halil’in memleketten çıkmasından ısrar
edildiğini, ...Küçük Talat Bey’in tevkif ettirilerek yine çıkarılmış olduğunu,
Nuri’nin de Erzurum’da kalebent edildiğini öğrendim. Her şeyi size açık
bildirdiğim halde akraba ve arkadaşlarımın bu muameleye maruz kalmalarını
doğru bulmuyorum. Dolayısıyla, size bir defa daha vaziyeti izah etmeyi muvafık
buldum:
Ben, Kırım’da kalıp Kafkasya’ya
geçmeye savaştım. Birçok tehlikelere rağmen muvaffak olamadım. ...Bir sene
zarfında iki defa tutularak beş ay hapis olmak ve altı defa tayyareden düşmek
suretiyle nihayet Moskova’ya geldim. ...Zannedilenin aksine, bizlere
Bolşeviklik teklif edilmedi.
Maddi yardıma gelince: Ne verirlerse
alınması prensibinin takip edilmesinin uygun olacağı, böylece Anadolu’nun
‘Rusya yardımımıza geliyor’ diye manevi kuvvetinin artacağını ve Avrupa’nın
‘Anadolu, Bolşeviklerle anlaştı’ diye bizi daha kuvvetli göreceğini düşünerek
bildiğiniz ilk maddi anlaşmayı yapmaya çalıştım. Fakat hiçbir vakit resmen
Anadolu adına hareket etmedim.
Bakü’ye geldiğimde, değil yalnız
Türkiye’de, fakat bütün İslam memleketlerinde derhal aksi tesir göreceğinden ve
bunun da İngilizlerin işine yarayacağından emin olduğum için Türkiye’de ve
Şark’ta komünizm taraftarı olmadığımı kongrede açıkça söyledim.
...Ankara delegeleri, Ruslardan 200
bin tüfek vesaire istediler. ...Rusların bunu veremeyeceğini ve işin
sürüncemede kalacağını fark ettim, ne verirlerse kabul edeceğimizi söyledim ve
işi yapılabilir hale getirmeye çalıştım. Bu suretle bir miktar altın parayla 15
bin tüfek vesairenin alınması sağlandı.
...Anadolu’nun kazandığı başarının
şerefini üzerime almayı hiçbir zaman düşünmedim. Anadolu hükümeti namına
resmen bir işe girişmediğim halde, Moskova’ya geldiğimiz zaman Anadolu heyeti
üyelerinin her önüne gelen Rus’a ‘Enver Paşa’nın ve arkadaşlarının bizimle
münasebeti yoktur’ demelerinin sebebini de anlayamadım.”[17]
c)
Zeki Velidi Anlatıyor:
1919 yılında, Başkurdistan’da Şark Sosyalist Partisi’ni kurma
çalışmalarını başlatmıştık. Tatar Türklerinden İlyas Alkin ve 12 arkadaşı
bununla ilgileniyorlardı. Müslüman Komünistler pek tutunmamıştılar. Bu nedenle
Özbek ve Kazak Türklerinden Nizamhocayev, Turar Ruskulov ve Ahmet Baytursun
gibi isimler bizimle irtibata geçmek istediler. 14 kişiyi Türkistan’da faaliyet
göstermesi için gönderdik. Bunlar orada Ceditçilerle irtibata geçecektiler. O
sırada Mustafa Kemal’den bana bir telgraf geldi. Bu telgrafta o, kardeşlik hislerini
dile getirmişti.[18]
Lenin pek anlaşılır biri değildi. Bir takım hesaplar peşindeydi.
Müstemleke memleketlerini özgürlüklerine kavuşturmaktan çok, değişik bir
biçimde yine bu ülkeleri Avrupalılara peşkeş çekmek gibi bir düşüncesi vardı.
Onun bunu nasıl ifade edeceğini bilmediğini, işin içine İngiliz, Fransız ve
Belçika metropol amelelerini sokarak, meseleyi kimsenin anlayamayacağı karmaşık
bir hale getirdiğini anlıyorduk. Oysa sözleri ezilen toplumların kurtuluşu
değil, devamıydı. Doğu yine sömürülecek, elde edilen kazançlar yine Avrupa
gidecekti. Durumu kavradık. Onun yolu yol değildi. Lenin, Şarklı işçiye asla
itimat etmiyordu. Bunu söylediğine bizzat şahit olduk. O zaman arkadaşlarla
konuşup Lenin’den kopmaya karar verdik.[19]
Bu nedenle Türkistan’a gidip orada mücadeleye başlayacaktık. Pek çok yere haber
gönderdik. 1921 yılı başlarında Buhara’da toplanacaktık. İlkin Astrahan’a,
sonra Bakü’ye, oradan Batı Kazakistan’a geçme planı yaptık. Yanımda Kazak Türklerinden
Ahmet Baytursun ve bazı kişiler vardı.[20]
5-6 Temmuz 1920’de Bakü’ye geldik. Hadi Atlasi ve Abdullah Battal’la görüştük.
Mustafa Suphi’nin evinde kaldık. Rus gizli teşkilat polisleri bizi
Kazakistan’da arayacağından, Bakü’yü akıllarının ucuna bile getirmezlerdi. Bu
nedenle rahattık.[21]
Arkadaşlarımdan Abdülkadir İnan, Harezm’e, oradan Fergane’ye sonra Semerkant’a
gelecekti. Ondan mektup almıştım.[22]
1-5 Eylül 1920’de Bakü’de Şark Milletleri Kongresi toplanacaktı. Tabi ki ben
Bakü’de olacaktım ama, Rusların dikkatini çekeceğimden kongreye katılamazdım.
Kongre’ye Cemal Paşa, Halil Paşa katılacaktılar.[23]
Bu kararı 1919 yılı Mayıs sonlarında, Türkiye ricalinden Cemal Paşa, Halil
Paşa, Hacı Sami ve daha birçok İttihat ve Terakkici subaylarla almıştık.
Kongreyi düzenleyen Enver Paşa’ydı.[24]
Kongrat, Hive Hanlığına bağlıydı.[25]
Buraya 1920 yılı Ekim ayı sonlarında geldik. Hürmetullah İdilbayoğlu bizi
bekliyordu. Şehrin valisi Özbek Türklerinde Bababek’i ziyaret ettik. Ona Han
Cüneyt’i göreceğimizi söyledik. Bababek, Han Cüneyt’in Gürgenç’te olduğunu
ifade etti. Bize ona verilmek üzere bir mektup yazıp verdi. Haris Yumakoğlu
burada bizden izin isteyip ayrıldı.Cimbay’a vardım. Burası Rus idaresinde bir yerdi, Hive’ye bağlı değildi.
Haceyli kasabasından da geçip Eski Ürgenç’e geldim. Buraya eskiden Gurganç
derlermiş. Arapçası Curaniye demekmiş. Ancak Han Cüneyt yerinde değildi. Onun
bulunduğu yeri öğrenip, oraya yöneldim. İki Türkmen beyi beni ağırladı.
Oturduk, Bakü Kongresi’nden konuştuk, meğerse Han Cüneyt’in de bu kongreden
haberi varmış. Bir temsilci gönderecekmiş ama, olmamış. Türkmen beylerinden
birinin adı Niyazi Bakşi’ydi. Bütün sıkıntımız silah ve cephane, elimizde
yeterince yok; Fergane ve diğer yerlerdeki Basmacılarla temastayız, dedi. Ben
onlara gizli seyahat ettiğimi, sakın bundan kimsenin haberi olmamasını
söyledim. Tamam dediler.
Ürgenç’e döndüm. HanCüneyt’in
oğlunu gördüm. “Babam Afganistan’a geçmişti. Herat yakınında, Teymene’de vefat
etmiş diye bir haber aldık. Ama ölü müdür, sağ mıdır bilmiyoruz” dedi. Orada
bir az kaldım. Yanıma muhafız verdiler. Eski Ürgenç’e döndüm. Burada da yanıma
bir kılavuz alıp Hoceyli yoluyla Nüküs’e vardım. Geceyi bir köylünün evinde
geçirdim. Kılavuzu yolladım. Başka bir kılavuz tuttum. Köcagöl’e vardım. İkinci
günü Beypazar denilen yere vardım, orada gece kaldım. Kılavuzsuz Harezm’in
eski başkentlerinden Kat şehri harabelerinin bulunduğu Şeyh Abbas Veli’ye
geldim. Burada iki gün kaldım. Bir kılavuz bulup Hive’ye hareket ettim.
Amuderya’yı kayıkla geçtik. Öğleden sonra Hive’ye geldik. Aşkabat’tan göndermiş
olduğum ailemi aramaya başladım. Başkurdistan’dan kaçıp gelen subayımız Osman
Terikuloğlu’nu Harezm hükümetinin Harbiye Nazırı yapmışlar. Molla Bekcan’la
Sultan Murat’ı gördüm. Dostlarım benim geldiğime çok sevinmiştiler.
10 Kasım 1920’de Hükümet başkanı
Pehlivan Niyaz Hoca’nın Han sarayındaki ziyafetine katıldım. Meğer bu ziyafeti
benim için düzenlemişler. Aralık ayı sonunda Buhara’da bulunmamı
kararlaştırdık. Han Cüneyt’in muavini olan Türkmen beyine 10 tüfek ve yeteri
miktarda mermi gönderdim. Hive’de Ruslara esir düşmüş Türkiyeli subayları
gördüm, onlarla tanıştım. Rahatlardı. (Sibirya’ya nakledilirlerken
Moskova’dayken bir belge düzenleyerek Türkistan’a trenle sevk edilmelerine ben
sebep olmuştum.) Niyaz Hoca onları Taşkent’ten getirtmiş, Hive’de bir Harbiye
Mektebi açmış, başlarına da Üsküdarlı Rıdvan Bey’le Hüseyin Bey’i getirmişti.
Mektepte 100 kadar talebe vardı. Moskova yanlıları, bilhassa Safanov
tarafından aleyhlerinde propaganda yapılıyor, ancak Niyaz Hoca konuşulanların
hiç birini önemsemiyordu. Ayrıca bu mektepte Özbek Mirşerepoğu ve Ferganeli
Kırgızoğlu adında subaylar da eğitim veriyordular.
Refikam Hive’de öğretmenlik
yapıyordu. O buraya geldiğinde Osman Terikuloğlu’nu bulmuş, Molla Bekcan da
öğretmenlik tayinini yaptırmış. Üç aylık oğluma bakmak için bir Kazak kadın
tutmuşlar.[26]
19 Aralık 1920’de Hive’den yola çıktım. Yanımda bir Türkmen kılavuzum vardı.
Yedi günde Çorçu’ya geldik. Çölde, kumullarda giderken bir geyik görüp avladım.
Onu parçalayıp böldük. İki budunu o aldı. İki budunu ben aldım. Akşama kadar
yol aldık. Birden karşımızda bir Türkmen çadırı belirdi. Kılavuzum Mahmut,
- “Bu Çarva” dedi. “Dehkan değil,
Basmacı çadırı.”
Ne olursa olsun, çadırın yanına
varacaktık. Çadır girişinde, eğerli iki at, ellerinde silah iki Türkmen vardı.
Ben onlara Han Cüneyt’in adamlarından olduğumuzu, onun karargahından
geldiğimizi söyledim. Peki, öyleyse sırtındaki Rus üniforması nedir dediler.
Ben, gizli seyahat ettiğimi, Ruslara rastlarsam dikkat çekmemek için bunu
giydiğimi söyledim. Kılavuzum Türkmen de onlara bir şeyler söyledi. Neyse ki,
bizi misafirliğe kabul ettiler. Genç olan dışarı çıkıp bir kabak getirdi. Biz
de heybeden iki geyik budunu çıkardık. Basmacılardan birinin adı Anaoğlu
Murat’tı. Bu adam 8 ay sonra, 1921 yılının Ağustos’unda, Türkiye’den gelen
Üsküdar şeyhi Şeyh Ata’yı ve onun yanındaki adamı Tasavuz’dan alıp Karakurum
çölünde bulunan Han Cüneyt’in huzuruna götürecekti. Türkmen Mahmut’a yol
verdim. Çarçuy’a başka bir kılavuzla gittim. Hive’den beri 10 gün geçmişti. Yeni
kılavuza da yol verdim. Atımı sattım. Buhara’ya gitmek için trene binecektim.
Ancak bilet alırken başımdan bir olay geçti. Neyse ki atlattım. İki gün daha
geçmişti. Buhara’ya geldim. İstasyonda indim. Bir fayton tutup şehre Karşi
Kapısı’ndan değil, Mezar Kapısı’ndan girdim. Mirza Abdülvahit’in evine gittim.
Günlerden 31 Aralık’tı.[27]
Afganistan’a kaçan, oradan buradaki adamlarını idare eden Buhara emirine karşı
mücadele etmek için bir komite teşkil etmek gerekti. Türkistan Milli Birlik
Hükümet Teşkilatı’nı çok geçmeden kurduk.[28]
Osman (Kocaoğlu) ve Feyzullah Hoca’lar gibi Buhara münevverleri ve
tacirlerinden güvendiğimiz kişilere hükümet içinde görevler verdik. Osman
Kocaoğlu’nu komitenin başına getirmiştik. Mirza Abdülkadir ve Abdüllatif Arif
de işbaşına getirilmişlerdi. Haşim Şaik’i Hariciye vekili yapmıştık. Maarif
vekilliğine Kari Yoldaş’ı getirmiştik. Feyzullah Hoca’yla Mirza Abdülkadir pek
geçinemiyordular.[29]
1921 yılı Haziran ayı sonunda
Başta Başkurdistan olmak üzere, Kazakistan münevverleri temsilcisi, Golca
Japonları lideri ve Fergane Basmacı reisleri Buhara’ya bize destek için
geldiler. Basmacı reisleri Şir Mehmet Bey, Ildırhan Mutin, Haris Iglikoğlu,
Ramankul Korbaşı ve Mustafa Şakuloğlu’ydu. Kazak Alaş Orda Komitesi’ni ve
Türkmen münevverlerini de çağırmıştık. İbrahim İshakoğlu benim yaverimdi.
Evhadi Işmurzin ve Miralay Heybetullah da Buhara askeri teşkilatımızda görev
aldılar. Karşi, Şehrisebz, Nurata, Guzar ve Kermin’de askeri teşkilatlar
kurmuştuk. Her birine tayinleri Arif Kerimi yapıyordu. Bu değerli insanımız,
Buhara’da bulunan Türkiyeli esir subayları görevlendirmiş, onlar da Harbiye
Mektebi kurmak için var güçleriyle çalışıyordular. Ali Rıza Bey de bir jandarma
teşkilatı kurmak için harekete geçmişti.[30]
1922 yılı şubat ayı içinde Türkmenlerden
Avukat Kagacan, Kazaklardan Alaş Orda mümessili Hayrettin Balgınbay
başkanlığında Muhtar Avezoğlu ve Dinşe’den müteşekkil bir heyet bize katıldı.
Buharalılarla Özbekler geçinemiyordular. Onları bir arada tutmak zordu. Fırsat
bulunca birbirlerine giriyordular. Buharalı, Özbek, Türkmen ve Kazak mümessilleri
Kargoş‘teki karargahımızda toplandık. Ruslar tarafından dağıtılmış Hive’deki
milli hükümet azaları da Buhara’ya gelip bize katıldılar. Özbeklerin Ceditler
ve Sosyalist Erk fırkalarıyla Kazakların Alaş Orda Fırkası’nı birleştirdik ve 7
maddeden oluşan Müşterek Platform Programı’nı kabul ettik. Bu yedi madde;
-
İstiklal
İlan edilecek,
-
Demokratik
Cumhuriyet rejimi kurulacak,
-
Milli
Ordu tesis edilecek,
-
İktisadi
idare, demiryolu inşası ve kanallar tesisi Türkistan İstiklal amacına uygun
olacak,
-
Maarif
reformu yapılacak, bu asrın gereklerine uygun olacak, Batı medeniyetiyle
Rusların dışında münasebet tesis edilecek,
-
Milliyet
meselesi ayrıştırıcı değil, birleştirici olacak, buna da uygun olan bir ad vereceğiz,
-
Dinde
hürriyet sağlanacak. Din işleriyle dünya, yani devlet işleri ayrı olacak. Bunlar
birbirinin işine karışmayacak.
Başkurt aydınlarından Seyit Kirey
Magazoğlu bu platform program maddelerini manzum olarak yazdı. Refikam, oğlumu
alıp Buhara’ya geldi. Ama çok geçmeden sıtmadan oğlumu kaybedecektim.[31]
İşi çok sıkı tutuyordum. Herkesle görüşmüyordum. Ruslar her an içimize casus
sokabilirlerdi. Hatta Şair Çolpan’i bile kabul etmedim. O buna içerlemiş. “Ah
şu şairlik olmasa, ben seni görür, konuşurdum” diye bir şiir yazıp gönderdi.
Ben kabul ettim. Ona durumu izah ettim. Rusların her an tepemize çökebileceğini
söyledim. Bir yerde bir pot kırarsın, bu başımıza büyük bela açar dedim. O da
anlayış gösterdi. 1923 yılına kadar, Türkistan’dan İran’a geçene kadar böyle
çalıştım. Teşkilatım, askerlerim ve maiyetimden başka kimseyle irtibat
kurmadım.[32]
d)
Enver Paşa Esir:
1921 yılının Eylül ve Ekim
aylarında o zamanlar Moskova’da bulunan Enver Paşa, Türkiyeli subaylardan Ali
Rıza Bey eliyle bana birkaç mektup ve mecmua göndermişti. İslam alemini Batı
müttefiklerine karşı harekete geçirmek istiyordu. Buraya gelmek istediğini de
dile getirmişti.[33]Ancak
onun ne yapacağını bilemediğimizden canımız sıkılmaya başladı. Mirza
Abdülkadir ve Feyzullah Hoca kavgası alevlenmişti. Ruslar Feyzullah Hoca tarafını
tutmaya başlamıştılar. Arifoğlu’yla bir konuşmasında onun, “Garnizonlarımızın
hakiki kumandanı Zeki Velidi’dir” dediğini de duymuştum. İbrahim İshakoğlu
rehberliğinde kurulan Askeri okullarımızın talebeleri, bizzat İbrahim’in
kendisi, hatta Harbiye Nazırı Arif Basmacılar tarafındaydı. Mirza Abdülkadir’in
yakın adamı Polis Müdürü Mirza Muhittin de, Feyzullah Hoca nedeniyle Basmacılar
tarafına geçtiğini bana mektupla bildirdi. Hadiseler kendiliğinden gelişmeye
başlamıştı.[34]
Enver Paşa, 20 Kasım 1921’de
Buhara’daydı. Geldiğini haber almıştım. Üç sonra buluşmamız gerektiğini ifade
eden bir mektup geldi. O yerde değil, Afganistan Sefaretinde bulaşalım diye
haber gönderdim. Geldi. Yanında Muhittin Bey vardı. Onu şimdiye kadar
görmemiştim. Sivil giyinmişti. Çok da saygılıydı. Emrivaki yapmıyordu.
Söylediklerimi dinliyor ve düşünüyordu. Ne yapması gerektiğini soruyordu. Ben
de üç tavsiyede bulundum. Durumumuz kritikti. O, anlattı, ben dinledim. Cemal
Paşa, daveti üzerine onunla buluşmak için Buhara’ya gelmiş, ama Ruslar Cemal
Paşa’yı apar topar Moskova’ya postalamıştılar. Ben ona, Ruslar Lehistan
meselesini hallederlerse bütün güçleriyle buraya yöneleceklerini, oysa bizim
burada 4-5 binden fazla asker barındıracak ekonomik durumumuz olmadığını
söyledim.[35]
Üçüncü akşam konuştuğumuzda Enver
Paşa,
-“Zeki Bey, yoksa siz benim
Türkistan’da çalışmamı istemiyor musunuz” dedi. Onun bu sorusu üzerine,
-“Maazallah, Türkistan’da sizin
gibi binlerce fedaiye iş var. Bu memleketi ancak sizin gibi fedailer kurtarır”
dedim.[36]
Buhara’dan bir iş nedeniyle
gizlice ayrılmıştım. 10 gün sonra Enver Paşa bir adamını gönderdi ve şifahi
olarak şunları söyledi:
-“Şarki Buhara’ya geçmeye karar
verdim. Kazanırsak gazi, kazanmazsak şehit olacağız. Burdanlık Türkmenleri
artık bizi beklemesinler” diyordu.[37]
Burdanlık Türkmenleri onu Afganistan’a davet eden ve kılına dokundurtmayacağız
diyen Türkmenlerdi. Onun bu durumuna bigane kalamazdım. Bizim de Şarki Buhara
Basmacılarına katılmamız gerekti. 20 Aralık 1921’de yanıma Naci ve Sabir
Beyleri alarak yola çıktım. Semerkant yakınında, Barın köyünde Basmacılarla
buluştuk. Reisleri Behram Bey yanıma geldi. Şehrisebz vilayetinde bulunan
Cabbar Korbaşı’nın yanına sabah hareket edecektik. Geceyi Barın’da geçirdim. Semerkant
çevresinde Basmacılardan üç grup vardı. Biri Behram Bey’in. Diğeri Açıl
Bey’in. Öbürü Kette Korgan’ın.[38]
21 Aralık 1921’de Behram Bey ve
25 Basmacıyla yola çıktık. Semerkant’ın doğusundaki Tahtı Karaca dağları
eteklerindeydik. Kara yağmaya başladı. Dağın Şehrisebz tarafına düşen geçide
geldiğimizde karşımıza birden Ruslar çıktı. Onlar bizi tipiden görememiştiler.
Kumandanları öndeydi. Durmadık, üzerlerine aldırdık. Kumandan Sabir’in
kılıcıyla yaralandı ve uçurumdan düştü. Rus askerleri tüfeklerine davrandılar.
Biz karşılık verdik. Bunun üzerine kaçıştılar. Kumandan ölmemiş, aşağıdaydı.
Bizimkiler ona kurşun sıkmaya başladılar. Rus askerlerden iki üç kişi
vurulmuştu. Bizde zayiat yoktu. Ben kumandanın boşta kalan atına bindim. O
yorgun değildi. Ruslar atlarını ve yüklerini bırakıp kaçmıştılar. Fişekleri bol
miktardaydı. Hepsini aldık. Karasu köyüne uğradık. Kumandanın heybesi ve kılıcı
bana ganimet olarak kalmıştı. Heybeye baktım. Vesikalar ve raporlar vardı.
Hepsini okudum. Bunlar önemliydi. Şair Naci, o gün bizden ayrılmaya karar
vermiş. Yaşadığımız olaydan çok korkmuş olacak.
23 Aralık 1921’de Guzar Vilayeti
Tal Kışlak köyünde Cabbar Korbaşı’yla görüştük. Burada birkaç gün kalıp
ayrıldık. Yolda Lakay İbrahim’in adamlarıyla karşılaştık. Onlarla konuşmamız
anında, bize kendisine Enver Paşa adını veren birinin Lakay İbrahim tarafından
esir olarak tutulduğunu söylediler. Boş bulunup söylemişlerdi. Bizi
tanısalardı, bu sözü söylemezlerdi.[39]
Planlarım tamamen suya düşmüştü.
Ben buraya ne niyetlerle gelmiştim, aldığım habere bak. Cabbar Korbaşı’nın
yanında bulunacak, Harbiye Nazırı Abdülhamit Arifoğlu aracılığıyla tayinini
yaptırdığım subaylarla temas kuracaktım. Enver Paşa, Şarki Buhara’dan Rusları
kovmaya başlayınca, üç şehre yerleştirdiğimiz garnizonlarla harekete geçip Rusların
önünü kesecek, böylece silahlarını ve mühimmatlarını alacaktık. Sonra Nurata ve
Hive tarafıyla temasa geçecektik. Paşa’nın yanında bulunan subaylarla
Buhara’yı zapt edecektik. Şarki Buhara Cumhurbaşkanı Osman Kocaoğlu’ydu. Ondan
da yardım alacaktık. Dinamitlerle Amuderya-Zerefşan köprüsünü havaya
uçuracaktık. Buhara Hükümeti bize iltihak edecekti. Her şeyi teferruatıyla
düşünmüştüm. Ama, Paşa’nın esir edilmesi bütün bunları hayal haline getirdi.[40]
O kadar üzülmüştüm ki, çok geçmeden hastalandım. Ateşim çıktı. Yakında,
Akcar’da bir Baksı var dediler. Varıp haber verdiler. Baksı gelsin demiş.
Vardık. 40 yaşlarındaydı. Kara sakallıydı. Çay sundu. İçtik. Arkadaşları vardı.
Bir daire yaptılar. Dünger denen davulunu çalmaya başladı. Kelimelerin bazısını
anladığımız, bazısını anlamadığımız bir şarkı söyledi. Diğerleri çevresinde
dönüyordular. Baksı durdu. Bana baktı. “Senin bana inancın zayıf, ruhlar
gelmiyor” dedi. Ona karşı düşüncelerimi kafamdan sildim. Yine çalmaya, şarkı söylemeye
başladılar. Biri vecde geldi. Ağzından köpükler çıkmaya başladı ve kendini
kaybetti. Onu yatırdılar. Birkaç kişi daha vecde geldi. Baksı da vecde geldi.
Ateşe kürek koymuşlar, o da kızarmıştı. Yuvarlak kısmına bir sap takıp
çıkardılar. Ağaç sap da tutuşup yanmaya başladı. Baksı ağzına su aldı, küreğe
püskürttü. Kızgın su tanecikleri yüzüme geldi. Kendimi çektim. “Korkma, iyidir”
dediler. Baksı kızarmış küreği dişlerinin arasına alıp, bir az daha yukarı
kaldırdı. Bu şekilde bir az dolaştı. Küreği ateşe attı. Durumu nasıl dediler.
Baksı, “İyi olacak” dedi ve kendine geldi. Ağzına kızgın küreği aldığı halde,
ne dudağı, ne de bıyığı yanmıştı. Oysa sapın takılır takılmaz tutuştuğunu
görmüştük. Yüzüme sıçrayan su damlacıkları kaynardı, tenimi yakmıştı. Bu iş
sahteye benzemiyordu. Bir gerçekle karşı karşıya kalmıştım. O andan itibaren
kısa zamanda iyileştim.
Cabbar Korbaşı’nın yanında bir ay
kadar kaldım. 28 Aralık 1921’de komitenin Guzar toplantısına Cabbar Korbaşı’nın
bir adamını alıp katıldım. Gece orada Mustafa Kavuçin’in evinde kalmıştım.
Enver Paşa’nın Hive tarafına, Han Cüneyt karargahına gönderdiği adamları da
gelmişti. Durumu öğrenince çok üzüldüler. Komitenin kararıyla esirlik durumunu
Afganistan elçisi aracılığıyla Kabil’e bildirdik. Paşa’nın kurtulması için bir
şeyler yapılmasına söyledik. O arada Buhara başta olmak üzere, Kermine,
Şehrisebz ve Karşi’deki askerlerimize haber gönderip hepsinin 23 Mart 1922’de
Basmacılar tarafına geçmelerini bildirdik. Cabbar Korbaşı’nın yanına vardım.
Birkaç kişiyle Karakul Bey’e gittik. Kış biter bitmez, beklediğimiz gün geldi.
Emri uygulamaya başladılar. Harbiye Nazırı Abdülhamit Basmacılara katıldı.
Yolda Binbaşı Hüdayar malaryadan hastalanmış. Kasan’a tedavi için götürülüp
orada iyi olması için bırakılmış. Bizimkiler onun intihar ettiğini haber
almışlar. Meğer bu dedikoduymuş. Abdülhamit, emrindeki birliği alıp Enver
Paşa’ya katılmak için gitti.[41]
e)
Olaylar:
Enver Paşa, Guzar toplantımızdan
sonra, 1922 Ocak ayı başlarında, Afganistan Hükümeti’nin girişimiyle
Lakaylar’ın elinden serbest bırakılmıştı. Bu haberi almıştım. Sonra Paşa’nın
maiyet subaylarından Yüzbaşı Halil Bey yanıma gelmişti. Enver Paşa, Şarki
Buhara işini kendisi yapacakmış. Ben Zerafşan havalisini kontrol altında
bulunduracakmışım. Yüzbaşı Halil Bey, Paşa’nın yanından bunu bildirmek için
yanıma gelmişti. Ben Semerkant’a haber gönderip, atlarımı Kette Kurgan
mıntıkasında bulunan Karakul Bey’e göndermelerini istemiştim.[42]Başkurdistan’dan,
subaylarımdan Heybetullah Yanbuktin gelip bize katıldı. Herkes çarpışmaya
hazırdı. Karakul Bey’in Saray mıntıkasındaki karargahına Ruslar baskın
yapmışlar. Biz çok yakındık. Hızla vardık. Ruslarla çarpışıp onları püskürttük.
Beyaz atım yaralandı. Bu hengamede Abdülkadir İnan ve arkadaşlarının Karakul
Bey’e yardıma geldiklerini gördük. O, Başkurdistan’tan ayrıldığımızdan beri
Kazakistan’daymış. Cemiyetimizin propagandasını yapıyor, bize adam
topluyormuş. Yanımda Süyündük, adamları ve yaverim İbrahim İshak vardı.[43]
Enver Paşa, iki üç adamını
göndermiş, Kazakistan’ı kıyama katmak için bunların yanına adam verip o tarafa
göndermemi istemişti. Abdülkadir Bey, Kazakistan’ın buna müsait olmadığını
söyledi. Bunlar Paşa’dan emir gelene kadar yanımda kalmayı kabul ettiler.
Zerafşan’da beş karargahım vardı. 1.’si Semerkant’ta Matrit mahallesinde. 2.’si
şehrin kuzeyinde Cambay’da. 3.’sü Bidene’de. 4.’sü Yar Kurgan’da. 5.’si
Kuytaş’taydı. Benimle irtibat kurmak isteyenler ya Açıl Bey’in, ya da Karakul
Bey’in yanına varıyordular. Cizak ve Nurata arasında bulunan Özbek Türklerini
teşkilatlandırmak için Tacik Türklerden Hemrakul adında birini görevlendirdik.
Böylece bir çetemiz daha oluştu. Semerkant tamamen cemiyetimize bağlı çetelerin
hakimiyetindeydi. Enver Paşa, Baysun ve Tirmiz taraflarında da hakimiyet
kurarsa Zerafşan’daki Rusları imha etmemiz zor olmazdı. Başkurdistan Harbiye
Nazırı Evhadi Işmurzin de gelip bize katıldı. Abdülkadir Bey, ben bir yere
gidersem Karakul Bey’in arkadaşı Tanatar Bey’in yanında kalıyordu. Cilek ve
Yeni Kurgan mıntıkalarında Ruslarla çarpıştık. Ancak bir az geç kalmış
gibiydik. Üç mesele başımızı ağrıtmış, bizi oyalamıştı:
Enver Paşa’nın bir buçuk aylık
esareti sırasında Ruslar buraya yeni kıtalar göndermişti. Bu arada, Lakaylar’ı
destekleyen Basmacılar bize karşı harekete geçmişti. Kasbi hocalarından ve
Sovyet ajanı Nurettin Agalık onların saf değiştirmesinde büyük rol oynamıştı.
Başlarında Molla Mustuk’ın bulunduğu Basmacılar 8 Nisan 1922’de Heybetullah
Süyündük ve arkadaşlarını pusuya düşürüp öldürdüler. 40 Harbiyeli öğrenciyle
Basmacılara katılmak için yola çıkan İbrahim İshak, Nurata mıntıkasına
ilerlerken, Molla Kahhar adlı bir Basmacı reisinin adamları tarafından tuzağa
düşürülmüşlerdi. Üç Başkurt askerimizi öldürmüş, diğerlerini esir etmişler.
Sonra esir edilenleri de öldürecektiler. Lakaylılarla İşbirliği yapanların bu
durumu cehaletten ve milli şuurdan yoksunluktan kaynaklanıyordu. Adı geçen
Basmacı Mollalar çok sinsiydi. Ziyafet için davet ediyordular. Yemeğe
başlamadan önce, silahlarınızı şöyle bir tarafa koyun diyordular. Silahlar
bırakılıp yemeğe oturulunca adamları piyasa çıkıp ateşe başlıyorlardı.
Heybetullah Süyündük’le birlikte bu şekilde ölen subaylarımız şunlardı: Yüzbaşı
İsmail Süyündük, Yüzbaşı Osman Süyündük, Yüzbaşı İlyas Açıyev, Yüzbaşı İzzettin
Yenikev, Yüzbaşı İsmail Yenikev, Taşlıköy’den Selahattin Sakaoğlu, Osman
Memliyev, Katip; İslamköy’den Yahyin; Bozdek’ten Binbaşı Yemliyev. Hepsi
Başkurt Alayına mensup subaylardı. Başkurdistanlı subaylardan ancak İbrahim
Süyündük, İslamgiray Açiyev, Eyüp Sakayev, Yüzbaşı Yambuktin, Ahmet Varis ve
Evhadi Işmurzin sağ kalacaktılar. Üçüncüsü, Lehistan meselesi halledilmiş,
savaşı Ruslar kazanmış, Türkistan’a doğru asker sevkiyatına başlamıştılar.
Molla Kahhar ve Molla Mustak’ın
Kermine ve Karşi arasında gezindiklerini anlayınca üzerlerine vardık. Burada
barınamayıp Nurata’ya çekildiler. Her iki olaydan kurtulan ve yanımıza gelen
olmadığından ölüm haberlerini geç almıştık. Yanıma Abdülkadir İnan’ı, bazı
arkadaşlarımı ve Sintaş’ta bulunan Hemrakul’un askerlerini aldım, 2 Mayıs 1922’de
Nurata’ya, Basmacı Mollaların karargahına vardım. Molla Kahhar ve Molla Mustak
oradaydılar. Bizi görünce, “Bilmiyorduk, kusura bakmayın. Bir yanlış oldu. Bir
daha yapmayız” dediler. Oturduk, yemek yedik. Onlara ağır konuştum. “Milletimizin
baş sebebi işte bu cehalet ve taassuptur. Öldürdüğünüz insanlar size silah
kullanmasını, bomba kullanmasını öğretecek, demiryolların dinamit koyacak,
aramızda muvasala yolları kuracaklar, teksir makineleri, el matbaası ve radyo
işleteceklerdi. Şimdi sizin elinizden ne iş gelir” dedim. Başlarını utançtan
önlerine eğdiler. Çevrede adamları vardı. Sağ bıraktıkları İslamgiray Açiyev
ve Eyüp Sakayev’i teslim alıp, onların yanından ayrıldık. Uksum adlı yerde
duvarlara Türkistan için mücadele ettiğimize dair yazılar yazdık. 9 Mayıs
1922’de Semerkant’a döndük.[44]
Evet, Basmacılardan iyisi de vardı, kötüsü de vardı. Kötüleri her türlü
meziyetten yoksundu.
f)
Çegan Tepesi Boş Değil:
Ahund Yusuf, Berküt Ağa, Osman
Çavuş’u yanlarına iki Kazak kılavuz ve üç asker vererek Sirderya taraflarına,
cemiyetimize mensup Kazaklar içine gönderdik. Enver Paşa’nın bu mümessillerinin
hareket etmelerinden önce Basmacı liderleri toplayıp konuşmak istemiştik ama,
Ahund Yusuf bunu kabul etmemişti. Sağ kalan Başkurt subayları yanıma geldiler.
Açıl Bey’in yanında toplandık. Ekabir mahdum ve Mirza Abdülkadir’in mümessili
yanımızdaydı. Polis müdürü Muhittin Mahdum’un işleri bozulmuştu. Bundan memnun
değildiler. Rus askerleri içinde Başkurt kıtaları vardı. Bunlar Basmacılar
tarafına geçip, Semerkant’ı zapt etmeyi akıllarına koymuştular. Ben
zorluyordular. Zerafşan’daki hareket gelişme göstermezse Muhittin Mahmut’un
Sovyetlere teslim bayrağını çekeceğini söylüyordular. Rus birliklerindeki
Başkurt askerlerin iki temsilcinin Semerkant’a gelerek, benimle konuşacaklarını
haber verdiler. Ben yanıma Evhadi Işmurzin’i alarak, Kadı Haydar’ın bağına
bitişik bir evde onlarla görüştüm. Bana, bizzat karşılarsam, 250 Başkurt
askerle tarafımıza geçmeye hazır olduklarını bildirdiler. Ben onlara sakın
Basmacılardan Molla Kahhar ve Molla Mustak’la karşılaşırlarsa, onlara
güvenmemelerini, uzak durmalarını, iki olayı anlatarak söyledim. Çünkü bu
adamlar her an işe karışabilirlerdi. Bir az daha beklemeleri gerektiğini, haber
vereceğimi belirttim. Ekabir Mahdum, bunların ve arkadaşlarının acilen
Basmacılara katılmaları gerektiğinde ısrar ediyordu. Benim kararım kesindi.
15-20 gün bekleyecekler, Enver Paşa Guzar üzerine yürüdüğünde Başkurt askerlere
haber gönderecektim. Kadı Haydar’la arkadaşları Muhittin Mahdum’dan kuşkuluydular.
Onun her an Sovyetler tarafına geçeceğini söylediler. Evhadi halen Muhittin Mahdum’a
kıymet veriyordu. Çok geçmeden onun Sovyetler tarafına geçmesiyle şaşırdı, böyle
olacağını ummuyordum dedi. Bizim birliklerimize komuta edenler şunlardı:
-
Nayman
Özbeklerinden Açıl Bey. Yanında yeğeni Devran Açıl vardı. Adamları çoktu.
Karakalpaklardan Açıl Toksaba ve Cilek’ten Kette Mahdum ve Küçük Mahdum her an
birlikteydiler. Behram Bey’le ortak hareket ediyorlardı.
-
Tacikleşen
Moğol Barın oymağından Behram Bey. Açıl Bey’in 1500 askerini o doyuruyor ve
barındırıyordu. Kışlak’tan Hemrahkul adlı biri yardımcısıydı. O da Açıl Bey
gibi namuslu ve kahramandı. Ayrıca Behram Bey’in yanında Abdülhalim, Kari
Mehmet ve Azerbaycanlı Esat Beyler bulunmaktaydılar. Behram Bey’in Tacikler
arasında da itibarı vardı.
-
Kette
Kurgan sancağında 500 kişiyle Karakul Bey. O Zerafşan’ın güneyindeki dağlık
araziye hakimdi. Bunlar Karluktular. Buhara’ya gelenlerin çoğu ona katılıyordu.
Cambay mıntıkasında Aktaş Bey, onun güvenilir adamıydı. Bu kişi Saray kabilesinin
temsilcisiydi. Yanında her an 100 silahlı adamı vardı.
-
Taciklerden
Hacı Abdülkadir Bey. Muallim Şekuri Bey’le Ürgüt’te çete kurmuşlar, bir gece
Rus garnizonunu basarak, silahları ve cephaneyi alıp dağa çıkmıştılar. Pek
sempatik değillerdi.
-
Ayrıca,
Açıl Bey’in çetelerine dahil bulunan Mamur Niyazi Bek ve Turap Bek adlı iki
Basmacı çetesi daha vardı. Bunlar Cizak sancağındaydılar. Komünist Partisine
girmiş, hatta polis müdürlüğü yapmış gençlerdi. Sonra Ruslardan kopmuştular.
Mamur Bek, Kırsadak uruğundanmış. Turap Bek ise Özbek Eşrafındanmış. Bunların
bize bağlı 200 kadar askerleri vardı. Semerkant-Fergana arasındaki dağlık mıntıkaya
hakimdiler.
-
Yine
Koytaş adlı yeri merkez edinen Molla Hemrahkul’a bağlı çeteler bulunmaktaydı. Bunlardan
biri, Taciklerden Molla Mehmet Yaşar, ikincisi Aktepe Özbeklerinden Molla
Karakul’du. Onun kaldığı yere Ergenekon diyordular.
-
Zerafşan
ırmağının Maça dağlarında Tacik Türklerinin reisi Esrar Han ve yardımcısı Hamit
Bek vardı. Sengzar havzası Özbeklerinden Abdülmecit Bey’le bunlar Açıl Bey’e
tabiydiler.
-
Semerkant’la
Fergana arasında Urantepe mıntıkasında bulunan dağlık arazi Halbuta Bek adlı
bir Basmacının elindeydi. 500 kadar silahlı adamı vardı. Yüz kabilesindendiler.
Ruslar Basmacıları hırsız ve
haydut olarak görürken, Semerkant vilayetinde Basmacılar vatanperver, fedakar
ve dünya ahvalini bilir insanlardı. 1922 yılı Haziranında Yar Korgan, Yana
Korgan ve Çarşamba muhitlerinde Ruslarla çarpışmalar yaşandı. Bir ara Kala-i
Ziyaettin’de de savaş oldu. Bu savaşta ben maiyetimle mezarlıkta yer almıştık.
Abdülkadir İnan, eşim Nefise’yi Yesi şehrine götürdü. Bir aralık Cambay adlı
yerde Sovyetler görüşelim demiş, Açıl Bey de oraya varmıştı. Rus kumandanının
yanında Kadı İsa ve İşan Hoca adlı iki kişi vardı. Namaz vakti bunlar Açıl Bey
ve adamlarına imamlık etmek istemişler, Açıl Bey ve adamları “böyle bir vakitte
namazı da nereden çıkardınız” demiş, kimse namaza iştirak etmemişti. Eğer Açıl
Bey namaza iştirak etseydi muhakkak onu öldürecektiler. Ben de oradaydım. Açıl
Bey bana, “var sen konuş” dedi. Komite benim konuşmamı tehlikeli buldu.
Görüşmeyi Çilek ve Gümüşkent köyleri arasında yapmayı uygun gördüler. Mahdumlu
Basmacılar çevrede gerekli tertibatı aldı. Rus subayı savaşı bırakıp antlaşmayı
teklif etti. Bunu kabul etmedik.
Ahund Yusuf ve adamları Kazaklar
tarafına geçememiştiler. Her taraf Rus birlikleri kaynıyordu. Dönmüştüler.
Onlarla Afganistan’a geçmemiz,orada bu havaliden gelenlerle birleşmemiz
gerektiğini konuştuk. Taşkent Kongresi’nde kararlar alacaktık. Temmuz ayı
sonlarında Semerkant ve çevresindeki çeteleri Bağdan adlı yerde topladık ve
Yaryaylak’a geçtik.[45]
Enver Paşa, Pamir’de, bizi bekliyordu.4-5 Ağustos’u, Kurban Bayramı’nın birinci
ve ikinci gününü Bidene’de, Kari Kamil’in ve akrabalarının yanında geçirdik.[46]
Ahund Yusuf ve arkadaşları Maça
ve Karatekin yoluyla Enver Paşa’nın yanına gitmişlerdi.Döndüler. Kötü haberi
verdiler. Enver Paşa vardıklarında Ruslar tarafından öldürülmüştü.[47]
Ahund Yusuf’un kendisi Şiiydi. Şungan Tacikleri arasında yaşıyordu. Şarki Buhara
Kazakları temsilcisi Bürküt Eşikağabaşı, bana Ahund Yusuf’a güvenmememi, ona
her şeyi söylememin doğru olmadığını belirtmiş, beni ikaz etmişti. Kuşkularında
haklıymış. Bizden Enver Paşa’ya başka türlü haber götürüp, onunla bizim aramızı
bozmak istemiş. Güya biz Sovyetler’le ittifak çabasındaymışız. Bunu, Ağustos’un
ikinci haftası başlarında Ahund Yusuf ve Bürküt Eşikağabaşı’yla bana gönderilen
mektubu okuyunca gördüm, canım sıkılmıştı. Onun bundan ne çıkarı olabilirdi ki.
İkinci mektup arkadaşım Mustafa Şahkuli’deydi. Onu da okudum. Sıkıntım arttı.
Marifetin Ahund Yusuf’tan kaynaklandığını anlamıştım. Şimdi Enver Paşa’nın
başına gelenleri görünce kanaatim pekişti. Oysa Bürküt Eşikağabaşı bizi bir ay
öncesinden ikaz etmişti. Demek ki onun bir şeyler çevirdiğini sezinlemiş.[48]
g)
Türk Dünyasının Sesi:
Atsız, Askeri
Tıbbıye’nin 3. Sınıf öğrencisidir. Arap asıllı Teğmen Mesut Süreyya, onunla
yolda karşılaştığını ama, selam vermediğini söyleyerek Atsız’ı okul yönetimine
şikayette bulunur. Atsız, bu teğmenle daha önce de birkaç tartışma yapmıştır.
Olayın içinde başka bir şey vardır ama, belirtilmez. Atsız Askeri okuldan
atılmıştır. O, bu nedenle üzülmüştür. Atsız’ın doktorluğa
karşı sevgisi ve ilgisi yoktur ama, onda Askeri Tıbbiyeli olmanın bambaşka bir
anlamı ve duygusu vardır. Askeri Tıbbıye’den ayrılışını hiçbir zaman unutmaz.
Kabataş
Lisesi’nde üç ay vekil öğretmenliği yapar. Sonra Deniz Yolları’na katip olarak
girer. 1926 yılında Türk Ocağı’nda Kızılelma adlı bir odanın açılmasını
gerçekleştirir. O burada gençlere Türkçülüğü öğretmektedir. Atsız, “Türkiyat
Mecmuası”nda “Anadolu‟da Türklere Ait Yer İsimleri” adlı
bir makale neşreder. Bu makale Fuat Köprülü’nün dikkatini çeker. Atsız’ı evine
davet eder, ona Edebiyat Fakültesi’ne girip okumasını tavsiye eder. Atsız,
Türk Dili ve Edebiyat Bölümü’nü başarıyla bitirir. Fuat Köprülü, ona asistanlık
teklif eder. Atsız bunu kabul eder. 25 Ocak 1931’de hocanın asistanı olur. Bu
arada o, Türkçülük ve Köycülük sloganıyla hareket eden “Atsız Mecmua”yı
neşretmeye başlar. Dergide Fuat Köprülü, Zeki Velidi Togan, Abdülkadir İnan,
Pertev Naili Boratav ve Sabahattin Ali makaleler yazarlar. Son iki yazar
dergide yazdıkları yazılarla birbirlerine girerler. Her ikisi de Atsız’ın okul
arkadaşıdır.[49]
Ahmet Zeki Velidi Bey, 20 Mayıs 1925 tarihinde Türkiye'ye gelmiş, Maarif Vekâleti’ne
bağlı Telif ve Tercüme Encümeni'ne tayin edilmiş,[50]
Hüseyin Nihal Atsız’la tanışmış, düşünce, tavır ve hareketlerinde görmüş olduğu
milli cevher nedeniyle onunla ilgilenmeye başlamıştır. Hele ki Atsız Mecmua’nın
neşri bu yakınlığın daha da pekişmesinde rol oynar. Atsız, Sultan Galiyev’i
Zeki Velidi Togan’dan öğrenir.
Köycülük düşüncesi Türk fikir hayatına II. Meşrutiyet’le
girmiştir. Türk Yurdu dergisinde Yusuf Akçura bununla ilgili yazılar
neşretmiştir. I. Dünya Savaşı sırasında 15 kadar Tıp doktoru “Köycüler Cemiyeti”ni
kurmuştur. Buna rağmen Köycülük fikri ve köylüye ilgi 1930’lu yılların başında
başlamıştır. Zamanla Köycülük fikri Türk Milliyetçiği Hareketi’nin temel
fikirlerinden birini oluşturacaktır. Atsız da bu fikrini başlatanlardan
biridir. Ancak, 1932 yılında Ankara’da I. Tarih Kongresi toplanır. Kongrede, “Hititlerin,
Türkler’in ataları ve Anadolu’nun da eski bir Türk yurdu olduğu”na dair bir tez
ileri sürülür. Bu teze Zeki Velidi Togan şiddetle muhalefet eder. O yıl Eylül
ayında Milli Eğitim Bakanı olacak olan Reşit Galip, Zeki Velidi Togan’ın ilmi
birikiminin olmadığını, dayanak noktasının da bulunmadığını öne sürer.[51]
Oysa Zeki Velidi Togan, daha 1912 yılında, Rusya’da yayınlamış olduğu “Türk ve
Tatar Tarihi” adlı eseriyle, başta Yusuf Akçura, İsmail Gaspıralı, Nikolay Katanov,
Nikolay İvanoviç Aşmarin ve bilhassa Wilhelm Barthold gibi dünya çapında
adından söz ettiren Türkologların ve Şarkiyat Tarihçilerinin takdirini
kazanmış, övgülerini hak etmiş Türk Tarihi üzerinde sayılı otoritelerden
biridir.[52]
Peki. şu rüyaya ne demeli:
Bu inanılmaz olay, yıllar önce Mustafa
Kemal'in görmüş olduğu kehanet özelliği taşıyan bir “haberci rüya”nın ayniyle
gerçekleşmesidir. Atatürk görmüş olduğu bu rüyayı Dr. Reşit Galip beye anlatır:
“Rüyamda bana 'Paşam, İnönü'den ne haber?' diye sordunuz. Ben de: 'Vaziyet
kritiktir' cevabını verdim. Kritik nedir? Anlamadım ki dediniz. Bunun cevabını
15 dakikaya kadar size veririm diyerek odama çekildim.”
Mustafa Kemal bu rüyasını Dr. Reşit
Galip Bey'e anlattığı zaman düşman henüz saldırılarına başlamadığı gibi, İnönü
Mevkii de önem kazanmamıştı. Aradan çok uzun zaman geçti. Düşman ile yapılan
ilk savaş olan Birinci İnönü Savaşı kazanılmıştı. Bunu İkinci İnönü Savaşı
izledi...
Henüz bu ikinci savaşın neticesinin
alınmadığı tehlikeli günlerden biriydi... Mustafa Kemal'in arabası Millet
Meclisi'nin önünde durduğunda; O'nun yanına telaş ve endişe içinde koşan Dr.
Reşit Galip bey sorar:
“Paşam, İnönü'den ne haber?”
“Vaziyet kritiktir.”
“Kritik nedir? Anlamadım ki”
Mustafa Kemal: “Sana bunun cevabım 15 dakikaya
kadar veririm” dedikten sonra, gülümser... “Hani Ankara'ya geldikten sonra ben
bir rüya görmüştüm. Hatırladınız mı?”
Dr. Reşit Galip bey biraz düşündükten
sonra rüyayı anlatır. Bunun üzerine Mustafa Kemal tekrar gülümseyerek: “İşte,
rüya aynen gerçekleşmektedir... Ben İsmet'i tanırım. Göreceksin 15 dakikaya
kadar varmadan muzafferiyet haberini alacağız!..”
Mustafa Kemal Millet Meclisi'ndeki
odasına çekilir. Gerçekten de 15 dakika geçmeden. Garp Cephesi Komutanı İsmet
imzalı bir telgraf gelmiş ve İkinci İnönü Savaşı'nın zaferle sonuçlandığı
öğrenilmiştir...”[53]
Yorumu okuyucularıma bırakıyorum. Ellerini vicdanlarına
koysunlar ve düşünsünler. Yoksa sayfalar dolusu yazarım. Ancak bir iki cümle de
söz söylemek hakkım vardır herhalde. Peki, bu uydurma rüyanın yobazlıktan,
bağnazlıktan, hurafeden ve Molla zihniyetinden başka ne anlamı olabilir? Hani,
Modern bir Türkiye kurmak için yola çıkmıştık? Bırak hükümdarları, Hazreti
Muhammet bile, hangi savaşı rüyayla idare etmiş, hangi zaferi rüyayla kazanmıştır?
İnsaf doğrusu! Bu ancak Osmanlının gerileme döneminde görülmüş ve istihareye
yatan saray hocaları tarafından padişaha söylenmiştir. Hani Osmanlı şöyleydi,
böyleydi! Senin ondan ne farkın var?
Pertev Naili Boratav ve Bedriye Hanımefendi, yedi
arkadaşlarıyla birlikte Reşit Galip’e “Zeki Velidi Togan’ın
öğrencisi olmakla iftihar ederiz” ifadeli bir protesto telgrafı çekerler. Reşit Galip, 19 Eylül 1932’de Milli Eğitim Bakanı olur.
Atsız, “Atsız Mecmua”da “Darülfünun’un Kara, Daha Doğru bir Tabirle Yüz
Kızartıcı Listesi” adlı bir yazı neşreder. Makalenin sonuna ise, “Yolların
Sonu” adlı şiirini koyar. Bu şiirle o Öğretim görevliliğine adeta veda
etmektedir: “Bugün yollanıyorken bir gurbete yeniden, Belki bir kişi bile gelmeyecektir
bize…” 13 Mart 1933’te de Atsız’ın asistanlığına son verilir.[54]
Reşit Galip, bildiğimiz gibi Kel Ali'nin ve Kılıç Ali'nin İstiklal
Mahkemeleri üyesidir. Deli Halit Paşa'yı öldüren çeteye dahildir. Türk
insanlarının sırtına basa basa yükselmiş, Maarif vekili, yani Milli Eğitim
Bakanı olmuştur. Cumhuriyetçilerin en büyük yalaka ve yaltakçılarından da
biridir.
[1] Saime Selenga Gökgöz, Sultan Galiyev ve
1917-1923 Milliyetler Siyaseti,Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, Cilt 1,
Sayı 1, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Çağdaş Türk
Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü, Kasım 2004, Ankara, s. 65
[2] Dr. İkram Çınar, Avrasya’nın Geleceği.
Sultan Galiyev’i Anlamak. Eğitişim Dergisi, Üç Aylık, Sayı 6, Mayıs 2004, Kars,
s. 19
[3] Hasan Basri Gürses, Sosyalist Turan ve Doğu
Birliği, Doğu Kitabevi, Sosyalist Yayınlar, Kasım 2010, İstanbul, s. ?
[4] Prof. Dr. Saadettin Gömeç, Türk Büyükleri
XLVIII, s. 1
[5] Saadettin Gömeç,a.g.m, s. 1-2
[6] Saadettin Gömeç,a.g.m, s. 2
[7] Saadettin Gömeç,a.g.m, s. 2
[8] Saadettin Gömeç,a.g.m, s. 2
[9] Saadettin Gömeç,a.g.m, s. 2
[10] Saadettin Gömeç,a.g.m, s. 2
[11] Saadettin Gömeç,a.g.m, s. 2
[12] Saadettin Gömeç,a.g.m, s. 2
[13] Durdu Mehmet Burak,Enver Paşa’nın Haşatı ve
İngiliz Belgelerindeki Düğün Raporu, Kastamonu Eğitim Dergisi, Cilt:13
No:2005/1, Mart 2005, Kastamonu,s. 164
[14] Durdu Mehmet Burak,a.g.m., s. 164-169
[15] Durdu Mehmet Burak,a.g.m, s. 170
[16] Durdu Mehmet Burak,a.g.m, s. 170
[18] Prof. Zeki Velidi Togan, Hatarılar
(Türkistan ve Diğer Müslüman Doğu Türklerinin Milli Varlığı ve Kültür
Mücadeleleri, Hikmet Gazetecilik Ltd. Şti., İstanbul 1969, s. 324-325
[19] Zeki Velidi Togan, a.g.e., s. 327-328
[20] Zeki Velidi Togan, a.g.e., s. 329
[21] Zeki Velidi Togan, a.g.e., s. 333
[22] Zeki Velidi Togan, a.g.e., s. 335-336
[23] Zeki Velidi Togan, a.g.e., s. 336
[24] Zeki Velidi Togan, a.g.e., s. 333-325
[25] Zeki Velidi Togan, a.g.e., s. 345
[26] Zeki Velidi Togan, a.g.e., s. 346-357
[27] Zeki Velidi Togan, a.g.e., s. 358-362
[28] Zeki Velidi Togan, a.g.e., s. 365
[29] Zeki Velidi Togan, a.g.e., s. 363-364
[30] Zeki Velidi Togan, a.g.e., s. 365-366
[31] Zeki Velidi Togan, a.g.e., s. 366-367
[32] Zeki Velidi Togan, a.g.e., s. 368-369
[33] Zeki Velidi Togan, a.g.e., s. 384
[34] Zeki Velidi Togan, a.g.e., s. 385
[35] Zeki Velidi Togan, a.g.e., s. 386-387
[36] Zeki Velidi Togan, a.g.e., s. 391
[37] Zeki Velidi Togan, a.g.e., s. 395
[38] Zeki Velidi Togan, a.g.e., s. 396-397
[39] Zeki Velidi Togan, a.g.e., s. 397-399
[40] Zeki Velidi Togan, a.g.e., s. 399-400
[41] Zeki Velidi Togan, a.g.e., s. 402
[42] Zeki Velidi Togan, a.g.e., s. 402-403
[43] Zeki Velidi Togan, a.g.e., s. 403-404
[44] Zeki Velidi Togan, a.g.e., s. 404-407
[45] Zeki Velidi Togan, a.g.e., s. 410-416
[46] Zeki Velidi Togan, a.g.e., s. 425
[47] Zeki Velidi Togan, a.g.e., s. 426
[48] Zeki Velidi Togan, a.g.e., s. 426
[49] Ferit Sami Sanlı, Türkçülük Akımında Din
Olgusu Üzerine Aykırı bir Yaklaşım: Hüseyin Nihal Atsız ve Fikirleri, T.C.
Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Ankara
2010, s. 11-13
[50] Zeki Velidi Togan - Vikipedi
[51] Ferit Sami Sanlı, a.g.t., s. 13-14
[52] Çağdaş Görücü, Zeki Velidi Togan.
Milliyetçilik ve Tarih Yazımı, T.C. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Kamu Yönetimi ve siyaset Bilimi Anabilim Dalı Yüksek Lisans Tezi,
Ankara 2009, s. 63
[53] Masaldan Masallar – Atatürk’ün Gizemi.
Google.com
[54] Ferit Sami Sanlı, a.g.e., s. 15-16
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder